Yazılar

Oyun Makinesi

 

 

oyun makinesiYıl 1962… Cambridge-Massachusetts’teki Hingham Enstitüsünd
e Steve Russell, iki kişilik oyun seçeneği ve torpido fırlatma özellikleri içeren bir uzay gemisi oyunu geliştirdi. Yıl 1971, ilk jetonlu oyun makinesi oluştu. Adı “Computer Space” kondu. 1971–1981 arasında Nutting Associates bu oyunun haklarını 500$’a alarak 1500 makine daha üretti. Fakat bu oyun beklenen ilgiyi görmedi. Nolan Bushnell bu işten kazandığı 500$’la kendi oyun geliştirme şirketini kurdu. Adı “Atari” idi…


1981’de Atari en hızlı büyüyen şirket haline geldi. 1988’de oyunlar yavaş yavaş renklenmeye başladı. 1989’da modem üzerinden oynanabilen ilk oyun da bu yıl piyasalara sürüldü. Ayrıca ilk CD-ROM oyunu “The Manhole”(bu oyunu hiç bilmiyorum) Activision tarafından geliştirildi. 1989 Bu yıl “ilk”lerin yılı oldu. 256-VGA grafik modunu kullanan ilk oyun, ses kartları, modem üzerinden oynanabilen ilk oyun da bu yıl piyasalara sürüldü. Bilgisayar oyunları sektörü bugünlerde ulaştığı noktayı 1989 yılında yapılan sıçramaya borçlu diyebiliriz.

Ama beni asıl ilgilendiren… Ev bilgisayarı olarak üretilip piyasa sunulan ve kısa süre içinde geniş bir kitleye ulaşan, bilgisayar kavramının ev kullanıcıları arasında yaygınlaşmasında büyük katkısı olan Commodore 64 ve takipçisi Amiga500’dür.

90’lı yılların başında kuzenime alınan Amiga500’ü daha dün gibi hatırlarım. Üzeri gri, siyah tuşları olan, harf-rakam ve garip sembollere sahip, televizyona bağladığında senin kontrolün altında olan, renkli bir ekrana sahip Amiga500… Oyun kavramımı tamamen altüst eden makine…

Kuzenim Cihan, sabah kalkar (tabi ki de tatil zamanında) oturur oyun makinesinin başına, bir daha ne zaman kalkacağını kimse bilmezdi, kendinden başka... Cihan, Caner (diğer kuzenim) ve ben, sıra yapardık. Ama o sıraya, yaşı bizden büyük olan ABİ kuzen hiç uymazdı… Hep “bir dahalar” ona aitti. “Benim amigam, hadi bana bir su getirin, sırtıma masaj yapın” lafları hep ona aitti. Sıkılıp kalkmasını beklemekten başka yapabilecek bir şey yoktu. Yine de abi kuzenin hakkını yememem lazım. Arada bir (gün içinde bir ya da iki kez) iyi tarafı tutardı. İşte o zaman oyunun içine girer, oradaki kahraman olurdum. Kendi yapamadıklarımı ona yaptırır mutlu olurdum. Kahramanım azalan bir enerjiye sahip olması beni üzerdi. “Game over” yazısını görüp öldüğümü görmek her ne kadar beni üzse de yeniden başlatmanın zevki, ölümü çabuk unuttururdu.

Biz şanslı kesimdendik. Öyle herkeste Amiga500 ya da bilgisayar dediğimiz şeyden yoktu. Sonraları yaygınlaşan atari salonları sayesinde artık tüm çocuklar bu makinelerle tanıştı. Dolup taşar oldu salonlar... Jetonla çalışan oyun makinelerinin devri gelmişti…

Aslına bakarsanız, o zamanlarda oyun dediğin, dışarıda arkadaşlarla oynanırdı. Topun egemenliği tabii ki de devam etti, ama azalarak… Bitiş zili çaldıktan sonra, futbol, basketbol vs… oynayan öğrencilerin doldurduğu okul bahçeleri yavaş yavaş sessizliğe bürünmeye başladı. Artık okul çıkışlarında ya da öğlen tatillerinde gidilen bir oyun salonumuz vardı. Komşuların “yeter artık, akşam oldu, bırakın şu topu, kafam şişti” gibi yakınmaları yerini sessizliğe bıraktı. Sokaktaki “topun” egemenliğini bu kadar çabuk unutabileceğimizi, Amiga’dan sonra, topun sahibinin; oyun kurmakta zorlanacağını ve iktidarının bu kadar zayıflayacağını düşünemezdik.

Zamanla ucuzlayan teknoloji, bilgisayar, playstation 1-2-3, X-Box gibi oyun makinelerinin tüm evlere girmesine yardımcı oldu. Evde oturmanın çok da revaçta olmadığı dönemlerde aileler sevinmişti, çocuklarımız evde oturuyor diye… Onlarla daha fazla zaman geçireceklerini düşünerek onların atari isteklerini yerine getirmişlerdi. Hele de toplumun gidişatının iyi olmaması, kötü niyetli insanların varlığının hissedilir düzeyde artması aileleri bu tür makineleri almaya teşvik etti.

 Artık çocuklar evdeydi. Anne-baba çocuğun arkadaşı olamadığından, çocuğun oyun makinesi ile anlaşması kadar doğal bir sonuç olamazdı. Hele de internet denilen deryanın işin içine girmesiyle artık oyunlar sanal ortamda, multiplayer oynanmaya başlandı. Çocuk artık globalleşmişti. İstanbul’dan, Samsun’dan, Diyarbakır’dan hatta Japonya’dan, Amerika’dan, Fransa’dan bir sürü arkadaşı vardı. Aynı hedef için birlikte hareket ediyorlardı.

Bir makinenin insanı bu kadar esir alabileceğini hiç düşünmeden atılan adımlar daha sonraları isyana dönüştü. Odasından hiç çıkmıyor, sürekli internette oyun oynuyor, chat yapıyor, derslerine çalışmıyor… Çocuk, sorumluluklarını yerine getirmekte çok zorlanmaya başlamıştı… Kendi başına bir şeyleri yapamaz olmuştu…

Artık arkadaşlarıyla yüz yüze konuşmasına da gerek yoktu. Nasıl olsa MSN vardı. Karşılıklı iki kamerayla bu iş de halledilebiliyordu. Sonra arkadaşlık sitesi olan Facebook geldi… Bir sürü yeni arkadaşlık kuruldu bu sayede… Bakkaldan ekmek almaya bile gerek kalmamıştı, yüz yüze gelmek zorunda kalmadan internetten sipariş verebiliyordunuz. Bu teknolojiyi kullanmak kadar harika ve doğal bir şey olamaz.

Son 20 yıldaki değişimleri takip edebilme gücümüzdeki yoksunlular çocuklarımızla olan iletişimimizi nasıl etkiledi? Acaba onun dünyasını, kullandığı makinenin ne işe yaradığını ne kadar biliyoruz? Hangi oyunları oynuyor, kimlerle chat yapıyor biliyor muyuz?

Evde oturmanın çok da revaçta olmadığı dönemlerde aileler sevinmişti, çocuklarımız evde oturuyor diye… Şimdi çocuklarımız evde oturuyorlar ve gözümüzün önündeler… Acaba halen mutlu muyuz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anahtar Kelimeler: evlilik terapisti klinik psikoloji psikolog izmir online psikolog izmirde psikolog aile danışmanlığı izmir aile terapisti izmir evlilik danışmanı izmir aile danışmanı izmir izmir psikolog tavsiye

 


Yorumlar - Yorum Yaz